The Guardian
2 Haziran
Belki de Tony Blair’in liderliğinin belirleyici anı, Ekim 2001’de İşçi Parti Konferansında yaptığı konuşmaydı. Haziran ayında, partisi tarihi bir başarı kazanarak çoğunluğu elde etmişti. Eylül ayında, iki uçak Dünya Ticaret Merkezi binalarına dalış yapmıştı. Blair’in konuşması, İşçi Partisinin güvenliksiz, küçük grup politikacısından kendini dünyayı değiştirmeye adamış devlet adamlığına, vizyonerliğe geçişinin göstergesiydi.
Konuşmasının en hatırlanmaya değer kısmı, Afrika üzerine olan deklarasyonuydu. “Afrika’nın durumu” demişti bize, “dünyanın vicdanında bir yaradır. Ama bütün dünya bir araya gelerek bu konu üzerinde odaklansa, bu yara iyileştirilebilir. Bunu yapmazsak, yara derinleşecektir.” Bunu göz önüne alarak, vizyoner başbakanımıza şu anda Fransa’da ne halt ettiğini hürmetle sormak isterim.
Birkaç hafta önce Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, benzersiz bir şey yaptı. Daha önceden Avrupa’nın tarım sübvansiyonları konusunda herhangi bir gerçek değişimi engelleyen Fransa devletinin başı, aniden geri çekildi. Evian’da ev sahipliği yaptığı, bugün sona eren G8 zirvesinde, zenginlerin ve güçlülerin kendilerini daha zengin ve daha güçlü yapacak her zamanki kararlardan başka kararlar alabileceklerini de göstermek istedi. ABD hükümetine, Amerika da aynı şeyi yaparsa, Avrupa’nın Afrika’ya yapacağı gıda ihracatında sübvansiyonları ve para desteğini kaldıracaklarını söyledi. Bu teklif son derece önemli, sadece Fransa’nın ana politikasında bir dönüşüm olduğu için değil, aynı zamanda AB ile ABD | Gelişmiş ülkelerin tarım politikaları az gelişmişlerin kaderini belirliyor. |
arasında sürüp giden, her iki tarafın da birbirinin sübvansiyonlarını kaldırmaya çalıştığı zirai silahlanma savaşını durdurmaya yönelik bir fırsat yarattığı için.
Tarım sübvansiyonlarımız, Tony Blair’in işaret ettiği gibi, gelişmekte olan ülkeler, özellikle Afrika ülkeleri için tam bir felaket. Kıtada istihdam edilenlerin yüzde 70’i tarım alanında ve çiftçilerin çoğu aşırı derecede yoksul. Yoksulluğun sebeplerinden biri, ABD ve AB ülkelerinden yapılan ihracatla pazarlarına dökülen sübvanse edilmiş ürünlerin yarattığı adaletsiz rekabet. Chirac’ın önerisi problemin sadece bir kısmına yönelik, ama dünyanın en savunmasız halklarına, yaşadığımız çevreye ve ceplerimize buncasına zarar veren bir sistemin kaldırılma sürecini başlatabilir.
O halde, geçen yıl bu konuda hareket etmeyi reddeden Chirac’a karşı haklı ve sert bir savaş açarak büyükçe bir diplomatik hadise yaratmış olan Tony Blair’den bu girişime olumlu bakmasını beklerdik. Ama bizim başbakanımız, onun yerine, Fransız girişimini bertaraf etti. Sebep ortada. ABD tarım endüstrisinden, tohum üreticilerinden, tarımsal ilaç üreticilerinden ciddi politik destekler alan George W. Bush, Chirac’ın teklif ettiği imtiyazları vermeye hazır değil. Avrupa Birliği, özel olarak da bu birliğin Avrupa ile Atlantik arasında bir köprü olduğunu iddia eden üyesi Fransa’yı destekleseydi, Bush üzerindeki ahlaki baskıya direnemeyebilirdi. Ama Blair Chirac’ın planına destek çıkmayacağını açıklar açıklamaz, teşebbüs öldü.
ABD pamukta dünya fiyatını %40 kırıyor
Vicdanı yaralı başbakanımızın “Bush ne dediyse onu yap” tarzı devlet adamlığı alışkanlığı sayesinde, Afrika şu anda gayet iyi ve gıdaya tıka basa doydu. Blair’in bir zamanlar işaret ettiği bütün ticaret çarpıklıkları yerinde öylece duruyor. Kıtaya çok çektirmekte olan gıda krizleri, doğrudan çiftçilerin kötü durumuyla daha da şiddetleniyor.
Temelde yatan sorun, küresel ticaret kurallarının zengin ülkeler tarafından belirlenmesi. Halihazırdaki dünya ticaret anlaşmasının, AB ve ABD’yi, gelişmekte olan ülkelere ihracat yaparken sübvansiyon uygulamaktan men edeceği farz ediliyor. Ama kalkındırma ajansı Oxfam’ın gösterdiği gibi, anlaşma o kadar çok kaçamak nokta ve boşluk içeriyor ki, iki büyük oyuncunun ihracat ürünleri sübvansiyonunu basit bir yolla, başka türlü adlandırarak sürdürmelerine olanak tanıyor.
Örneğin Avrupa Birliği, değişik tarım sektörlerinde, çiftçilere ürettikleri oranda ödeme yapmayı durdurdu. (Bu, Dünya Ticaret Örgütü tarafından “ticareti zedeleyen” bir sübvansiyon olarak sınıflanmıştı.) Bunun yerine doğrudan hibe yoluna başvurdu, hibe çiftçinin ne kadar toprağa sahip olduğuna ve geçmişte orada ne kadar ürettiğine göre yapılıyor. Ürettikleri mahsullerin fiyatlarına olan etki hemen hiç değişmese de, bu yeni sübvansiyonlar artık “ticareti zedeleyici” olarak sınıflandırılmıyor.
ABD de aynı formüle başvurdu ve kendine has birkaç hile de eklemeyi ihmal etmedi. Bunlardan bir tanesi “ihracat kredisi” olarak adlandırılıyor: Devlet, ihracatçılara ucuz sigorta imkânı sağlayarak ABD ihracat ürünlerinin maliyetini düşürüyor. Chirac’ın Avrupa’daki sübvansiyonlara karşılık pazarlığa konu etmeye umduğu bu kredilerden Amerikan tohum satıcılarına giden miktar 7.7 milyar dolar. Çevrilen öteki dolaplarla birlikte, Amerikan ihracatçılarının buğday ve mısırda dünya fiyatlarını yüzde 10 ila 16 arasında, pamuk dünya fiyatının ise yüzde 40 altında satabilmesini sağlıyor.
Ama bu gizli ihracat sübvansiyonlarının en çirkin yanı, daha yoksul ülkelerin pazarlarına girme aracı olarak “yardım”ın kullanılmasıdır. Diğer ülke ve kurumlar gıda yardımını Dünya Gıda Programı tarafından yerel pazarlarda malzeme satın almak için kullanılabilecek nakit para şeklinde veriyor, ki böylelikle hem açlıktan ölenler beslenebiliyor hem de yerli çiftçilere yardım edilebiliyor. Oysa ABD nakit para yardımı yerine, kendi ürettiklerini yollamakta ısrar ediyor. Hükümetin soluk kesici bir çıplaklıkla belirttiği gibi bu program “ABD mallarının ticari çıkış noktalarının geliştirilmesi ve genişletilmesi için” tasarlanmış.
Sonuç: Belli başlı alıcılar yardıma en çok muhtaç olan ülkeler değil, yine ABD tarım bakanlığının kendi sözleriyle “ABD tarım ürünleri için ticari bir pazar olma potansiyelini gösteren” ülkeler oluyor… Bunun içindir ki örneğin Filipinler, şu anda ciddi gıda sıkıntısı çeken Mozambik, Malavi, Zambia ve Zimbabwe’nin aldığı toplam yardımdan daha fazla Amerikan gıda yardımı alıyor! Ama bu da bir şekilde Afrika için bir lütuf sayılır: ABD gıdaya o kadar ihtiyacı olmayan ülkelere yolladığı kadar gıda ürününü bu ülkelere yollasaydı, zaten çok kırılgan olan tarımsal ekonomileri tamamen mahvolurdu.
ABD politikası, gıda yardımını aynı zamanda en az ihtiyaç duyulduğu zamanda yapmayı garantiliyor. Oxfam, gelişmekte olan ülkelere ABD’nin dünya fiyatlarının altında verdiği buğday miktarını grafiklere dökmüş. Grafiklere göre, fiyatlar düştüğünde (başka bir deyişle, küresel bir üretim fazlası olduğunda ve yoksul ülkeler gıdayı ucuza alabildiklerinde) “yardım”ın hacmi artıyor. Bu tarım alanında “sürümden kazanma”nın açık bir örneği. Yoksullara yardım için oluşturulan program, gerçekte onların ayağını kaydırmaya yarıyor. Bob Geldof’un Bush’u yoksullara yardım şampiyonu ilan eden geçen haftaki hayret verici demecine de ilginç bir şekilde ışık tutuyor bütün bunlar.
Böylelikle, Afrika’yı açlıktan kurtarmak ile George Bush’u diplomatik bir mahcubiyetten kurtarmak arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında, Blair –tahmin edebileceğimiz gibi- efendisinin emirleri doğrultusunda davrandı. Dünyanın vicdanındaki yara, böylelikle biraz daha derinleşti ve kızıştı…
Çeviri: Mustafa Arslantunalı(George Monbiot’nun önümüzdeki günlerde Britanya’da “The Age of Consent: A Manifesto for a New World Order - Uzlaşma Çağı: Yeni Bir Dünya Düzeni için Manifesto” adlı kitabı yayımlanacak.)